Yarısı boş valizle seyahat etmek

Berlin seyahatinde çocuklar yanımızda değildi. İnanın ki ben çocuksuz gezmeyi unutmuşum…

En son 2010 yılında, Hindistan’a gittiğimizde, çocukları evimizde annemlerle bırakmıştık. O zamandan beridir ya ailecek gidiyoruz ya da ben, yazın, çocukları kapıp geliyorum memlekete. Biz ki eskiden sırt çantalı turistlerdik. Bir kaç kat kıyafetimizi biri kırmızı öbürü mavi 2 koca sırt çantasına tıkıştırdık mı gezmeye hazırdık. Üstüne de birer uyku tulumu bağladık mı – o zamanlar İzmir’e direk uçuş yoktu- bindiğimiz gemide nerede uygun bir yer bulursak uyku tulumumuzu serip yatardık.

Çocuklar olunca işin rengi değişti. Belki Maya bebek arabasındayken (valiz çekmek mümkün olmadığı için) sırt çantamla seyahatlere devam ettim bir süre ama çocuklar 2ye çıkınca 3 kişinin kıyafeti sırtında taşıyamayacak kadar artmıştı. İster istemez seyahatlerimizin kalitesini arttırmış; çocuklar olunca gemilerde kabinde uyumaya, hatta gemi yerine uçağı tercih etmeye başlamıştık. Türkiye seyahatlerine eskiden 1 anne ve 1 çocuğa 1 valiz ile giderken, çocuk büyüdükçe valiz sayısı artmış; 2 çocuk olunca da 2nin altına düşmez olmuştu.

Geçen yaz çocuklarla Türkiye’ye gelişimizde… 2 valizimizi verdikten sonra elimizde kalanlar bunlar. Benim sırt çantam, Maya’nın sırt çantası, Dario’nun çantası, Maya’nın mandolini, şapkanın altında fotoğraf çantası, bir de uzun kalacağız diye laptop çantası. Eşyaların X-ray kontrolünde kaç partide geçtiğini siz hesap edin artık.

– Çok şey getiriyorsun, sanki evde değil de otelde kalacaksın. Yıkarız elbet, diyor annem hep. Sonra bakıyorum, çocukların kıyafetlerini kirletme hızlarına yetişemiyor ve gözü bulutlarda “yarın hava açsa da çamaşır yıkasam, giyecekleri kalmadı” diye tasalanıyor. 

Çocuklar büyüdükçe yanlarına almak istedikleri, kendilerine özel eşyaları da artıyor. Kendi çantalarını kendileri taşıma şartıyla buna izin veriyorum ama her Türkiye’ye gidişimiz-gelişimiz muhteşem oluyor.

Yine 4 valiz (+ 3 sırt çantası) hazırlayarak Türkiye’ye gitmiştik ailecek. Birkaç gün sonra, çocukları (annemlere) emin ellere bırakarak Berlin’e gitmek üzere valizleri hazırlıyordum. Gözlerime inanamadım! 2 valiz bile dolmamıştı! “Acaba 1 tane mi alsak?” diye bile aklımdan geçti bir an ama “olsun, bir şeyler almaya yerimiz olsun” düşüncesi rahatlattı içimi. Ben hakikaten bu kadar az eşyayla seyahat etmeyi unutmuşum 🙂

Berlin uçağına binerken, kabin bagajı boyundaki yarı dolu valizi yanımıza almıştık. Valizi üst rafa koymadan, meşhur kırmızı mantomu da çıkarıp içine koymuştum. Yolculuk son derece rahat geçti. Bilet alırken sipariş ettiğim Vejetaryen Hintli Menüde bol baharatlı Hint Peyniri “Paneer”, kimyonlu soğanlı patates, basmati (pirinç) pilavı, mercimek salatası ve az biraz meyve çıktı. Çok da lezzetliydi. Hint baharatlarının keskin tadı daha damağımdayken bir de güzel Hint filmi seyrederek Berlin’e varmıştık.

Berlin Tegel havaalanında, pasaport kuyruğunda beklerken itiraf ediyorum ki bir hınzırlık yaptık. Uçakta, Almanyalı Türkler de olduğu için, istediğimiz gibi rahat konuşabilmek adına Yunanca alternatifimiz vardı bizim 😉 Aramızda Yunanca konuşup, “bak şu şöyle; şu neden böyle ki?” falan filan derken arkamızdaki 2 (Türk) kadını fark etmemiştik bile. İşte, bir dili bilip de insanların senin o dili bildiğini bilmemeleri, nasıl büyük bir avantajdır, anlatamam 🙂 Pasaport kuyruğunda beklerken hafiften ürpermiş, Yorgo’ya valizden mantomu vermesini rica etmiştim. Yorgo da yanımızdaki küçük valizi hemen oracıkta açtı. İçinden mantoyu da çıkarınca, bizim valizin yarısı boş kaldı yine. Tam o sırada, arkamdaki 2 kadından birinin diğerine -Türkçe- şöyle dediğini duydum:

– Görüyor musun, bak, onların valizi bomboş… içine ceketini bile koymuş. Bizim gibi her köşesini doldurmuyorlar tabi “onlar”…

Beni “onlar”dan görmesine hiç kızmadım. N’apsın kadıncağız?… Anlamadığı bir dilde konuşuyorduk. Yabancı olduğumuzdan emindi ve benim onu anladığımı nereden tahmin edecekti ki?!  Hiç bozmadım ama güldüm 🙂 ve içimden dedim ki;

– Sen bizim çocuklarla gelirken getirdiğimiz, her köşesi dolu valizleri görseydin, ne dil konuşursam konuşayım, “sizden” olduğumu anlardın… kesin!

Artık tatilde gideceğiniz/göreceğiniz yer hakkında bilgiye ulaşmak çok daha kolay. İnternet sağ olsun! Gelmeden önce yaptığımız araştırmalarda gördük ki Berlin’de (ve Almanya genelinde) toplu ulaşımdan iyisi yok: hem kolay hem de ucuz. Kalacağınız gün sayısı belli olsun yeter ki… orada geçireceğiniz kadar günlük bilet alıyorsunuz. Sonra da toplu taşımları cılkını çıkarıncaya kadar kullanıyorsunuz 🙂

Havaalanındaki Information bürosundan aldığımız 5 günlük Berlin Welcome Card‘la birlikte size bir de Berlin haritası ve ufak bir kitapçık veriyorlar. Bu (birkaç) günlük biletlerle tren, metro, otobüs, tramvay gibi bütün toplu taşım araçlarına sınırsız binebiliyorsunuz. İlk kullandığınız anda, soktuğunuz makinada biletinizin üstüne o günün tarihi basılıyor ve ondan sonraki kullanımlarda bileti tekrar tekrar göstermekle, makinada iptal ettirmekle uğraşmıyorsunuz. Bu öyle büyük bir kolaylık ve zaman kazandırıyor ki insana, anlatamam. Metronun geldiğini gördüğünüz anda koşup binebiliyorsunuz.

Bir de İzmir metrosuna girişimiz aklıma geldi. Metroya binmek için önce merdivenlerden yukarı çıkıp kent kartı basıyor, turnikelerden geçiyor, o sırada elindeki zımbırtıyı çantanıza uzatan güvenlik görevlisiyle de bir dakika kaybediyorsunuz. Sonra siz merdivenlerden ininceye kadar tren kaçıyor.

Berlin’de metrolarda turnike yoktu, çantalara şüpheli şüpheli bakan güvenlik görevlisine de pek rastlamadık. Peronların girişinde bir kenarda, bilet iptal makinası vardı; onu da kullanan pek yoktu. Anlaşılan çoğu kişinin ya günlük biletleri ya da kartı var. Kartınızı bir kere ödüyor, sonra istediğiniz kadar binebiliyorsunuz. Kentkarttaki gibi kontör yükleme, kontörün kadar binebilme derdin yok ve her trene binişte kart basma/bilet iptal etmekle uğraşmıyorsunuz. Ulaşım çok hızlı akıyor. Zaten metroda hiçbir gün 3 dakikadan fazla beklemedik.

Tabi bu sistemi de bir şekilde denetlemek için, bilet kontrolcüleri biniveriyor trene/metroya. Biz 5 gün boyunca hiç birine rastlamadık da… son gün, ayrıldığımız sabah karşılaştık kendileriyle metroda. İyi ki Yorgo önceki gece gözümüzden kaçan “ufak” bir detayı fark etmişti de, son gün giderayak ceza yemedik. 

Bizim gözümüzden kaçan detay şuydu: Biz Berlin’de tam 5 gece kalacağımız için, biletimizi kullandığımız ilk gün öğlenden sonradan, ayrılacağımız 6. günün sabahına kadar (ilk kullanım saatinden itibaren 5 gün sonra aynı saate kadar) tam 5 günlük biletimiz var, diyorduk/sanıyorduk. Fakat ufak bir detayı atlamıştık. O da biletin kullanıldığı saatin değil, kullanıldığı günün tarihinin kriter alındığıydı. Yani siz biletinizi ilk kez sabah da kullansanız, gece 23te de kullansanız, saat 24 olduğunda o biletinizin 1 günü bitmiş oluyormuş! Bunu öğrendiğimizde 6. günün sabahı için birer tek bilet almıştık. İyi ki de almışız, önceki günlerde sayısız kerelerce bindiğimizde rastlamadığımız kontrol memurları o sabah bizim metroya bindiler 🙂

Bütün Toplu Taşıma araçlarında kullanabileceğiniz BerlinWelcomeCard biletleri; yalnız kullanacağınız gün sayısına göre değil, gezeceğiniz güzergaha göre de 2 şekilde fiyatlandırılmış. Yalnız Berlin’in merkezi’nde kullanacaksanız biraz daha ucuz ve Merkez+Potsdam için biraz daha pahalı.

2/3/5 günlük biletleri, Tegel Havaalanı’nda, Alexanderplatz’da, Brandenburger Tor’da, HayvanatBahçesi’nde, Hauptbahnhof’da bulunan Information bürolarından ya da online olarak bu adresten de alabilirsiniz: visitberlin.de

Adambaşı 32 € vermek pahalı gibi görünebilir ama burada, 150.000den az nüfuslu İraklio’da tek kullanımlık bir otobüs biletinin 1,10 € olduğunu düşünürseniz ve bizim yaptığımız gibi bütün gün boyunca sayısız kere metroya binerseniz, hesap ettiğinizde kârlı çıktığınızı göreceksiniz.

O gün otelimize varıncaya kadar saat neredeyse 3 olmuştu. Berlin’in İzmir’e ve Girit’e göre ne kadar kuzeyde olduğunu düşünürsek, gözardı edemeyeceğimiz bir şey daha vardı. Burada, kuzeyde gün daha geç ağarıyor, daha da erken kararıyor; dolayısıyla günler daha kısa sürüyordu. İlk sabahtan fark ettik ki İzmir’de ve Girit’te 7’yi geçe hava aydınlanmışken; Berlin’de saat 8de bile tam olarak aydınlanmamış oluyordu. 

Fazlaca vakit kaybetmeden odamıza valizleri bıraktığımız gibi dışarıya attık kendimizi. İlk gün en azından kalacağımız çevreyi, Kreuzberg’i bir görelim, dedik. Otelimizden Kreuzberg’in merkezindeki Kottbusser Tor istasyonuna doğru yürürken, hemen bir blok sonra Spree nehrinin üstünden geçtik ve orada o soğuk sularda yüzen kuğulara ve ördeklere çok acıdık.

Daha önce de söylediğim gibi, yol boyunca bütün dükkan tabelaları Türkçe idi. Tam metro istasyonunun karşısındaki binanın bir tarafında Almanca; diğer tarafında da Türkçe “Kreuzberg Merkezi” yazıyordu. İçinde yalnızca adamların kağıt oynadığı, sigara dumanıyla dolmuş, duvarında Türkiye haritası ve Atatürk resimleri asılı olan bir kahve kıraathane bile gördük 🙂

Çocuklar bizimle değiller… ama çok geçmeden karşımıza çıkan bir şey bize onları hatırlatıyor. “Dur şunu bir çekeyim, çocuklar çok sever!”

Berlin’de ne yenir ne içilir? de önemli bir konuydu bizim için. Sorduklarımızdan “Bira ve Sosis” ikilisinden farklı bir cevap alamadık aslında. Bira neyse de onların sosisleri bize uymadığından acaba vejetaryen  bir şeyler bulur muyuz? diye araştırdığımızda burasının Vejetaryen hatta Veganlar için de pek çok alternatifler sunduğunu keşfettik. Vegan burgerler, vegan krepler yapan fast foodlar varmış.

Bizim için bir şehir ne kadar kozmopolit ise alternatifler de o kadar çoğalıyor. İnsan kendini sadece gittiği ülkenin mutfağıyla sınırlandırmıyor. Mesela ilk gece gittiğimiz -yine Türklerin işlettiği- Meksika restoranının menüsünde bazı tabakların “Vegan” olduğu not edilmişti. Yukarıdaki, genellikle etli yapılan bir çeşit Fajita, tek farkı et yerine tofulu yapılmış olması. Uzun lafın kısası, insanlar sizin acizane

– “etsiz” bir şeyler var mı?”

sorunuza şaşırıp size “uzaylıymışsınız” gibi bakmıyorlar. “Etsiz” yaşanabilirliği kanıksamanın ötesinde, baktık ki Vegan kelimesini de hiç kimse ilk defa sizden duymuyor ve menüsündeki Vegan/Vejetaryen alternatifleri size gösteriyor. Bu da iyiydi bizim için!

İlk akşam yemeğimizde tabi ki Berlin biralarının da tadına baktık 🙂

Bu daha ilk gün! Daha sıcak şarap (Glühwein) var içilecek, bratzel yenecek, Noel pazarları gezilecek… 



3 thoughts on “Yarısı boş valizle seyahat etmek”

  • Ben de o kadar keyifle yazıyorum ki hissediliyordur herhalde 🙂

    Zaten inanır mısınız, sesimin kısıklığı hala geçmedi. Dolayısıyla yazmayı konuşmaya tercih ediyorum 🙂

    ben yazmaya siz de okumaya devam…

  • Sanki seninle beraber geziyor gibiyim. Çok zevkli ve bilgilendirici bir yazı olmuş. Takipteyim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir