RΑΚΟΚΑΖΑΝΟ
Bu da ne demek şimdi demeden önce bir daha bakın bakalım. RAKO + KAZANO diye ayrıştırsam bir şeyler çağrıştırıyor mu? Hadi sizi fazla uğraştırmayayım…
Raki (sonu “i”) Girit’e özgü, üzüm posasından yapılan, alkol oranı yüksek, minicik kadehlerde sek içilen, içenin boğazını alev gibi yakan sert bir içki. Bir diğer adı da Çikudya, Giritliler iyi bilir. Derler ki yöreye özgün adı Çikudya olup raki adı adada yaşamış Osmanlılardan kalma yadigarmış. Καζάνι de bildiğimiz “kazan”. Rakokazano ise rakinin kaynadığı/damıtıldığı kazanı anlatır. Kasım ayı oldu mu, artık şaraplar olmuş, dinlenmeye bırakılmış olur. Şimdi raki kazanlarının kaynama zamanıdır. Bu çoğunlukla bir ziyafet sofrasına eşlik eden bir şenliktir.
Hayatımın Girit’te geçen 14 yıla yakın zamanında, bir salyangoza hiç mi hiç alışamadım bir de raki’ye; oysa ki raki ve ben pek çok kereler karşılaşmış, aynı masada karşılıklı oturmuş, yine de birbirimize pek ısınamamıştık. Belki Yorgo da düşkün olmadığı için hiç evimizde bile bulunmadı. Halbuki Giritliler sofralarından eksik etmezler onu. Bazen bir dilim karpuza eşlik eder, bazen mevsimine göre bergamot, üzüm, turunç reçeline. Bazen de gelirken manavdan alınmış yarım kilo taze bakla dökülür masanın üstüne, yeşil yeşil bakla tanelerine eşlik eder yudum yudum.
Burada yemek bittikten sonra -adettendir- minicik bir şişe eşliğinde minicik bardaklarla gelen raki, restoran sahibinin ikramıdır. Giritlilere sorarsanız, raki yemeklerden önce iştah açsın diye sunulur. Yemek yendikten sonra da hazmettirsin diye içilir. Sevinçli bir haber alınca “hadi gel sana bir raki ısmarlayayım” denir, uzun süre birbirini görmemiş olan dostlar raki kadehlerini tokuşturarak hasret giderir. Bir de ballı olanı vardır; adına Rakomelo denir, bal renginde likör tatlılığındadır. Açıkçası onu içmek içi fazla bahaneye gerek yoktur, zaten günün her saatinde, evlerde, kahvelerde, lokantalarda, restoranlarda her yerde içilir. Bana gelince, ne zaman bir cesaret gelip de denesem, gözlerimden alevler çıkaran bu sert içkiyle beraberliğimiz, hep ilk kadehle sınırlı kalmışken…
Bu sene benim raki ile yakınlaşmam çok ani bir kararla oldu diyebilirim. İrem bilir 🙂 Direksiyon sınavına gireceğim günün sabahı, kafeye bir hışımla girmiştim. Kendime bile itiraf etmek istemesem de elim ayağım titriyordu heyecandan. O kadar aylık çabanın, harcanan onca zamanın bir anlık heyecana kurban gitmesi fikrine dayanamıyordum. Şimdi bir kahve içsem daha da beş beter gerilecek sinirlerim deyip; bir anlık kararla ” İrem, sen bana bir raki getir” deyivermiştim. Şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemeyip yalnızca “emin misin Papatya?” demişti. “Evet, hem de çok! Getir sen…” demiştim. Yoksa bütün çabalarım boşuna gidecek, heyecanıma yenik düşüp ellerim ayaklarıma dolanacaktı.
Aynen bu şekilde gelmişti önüme: domates, Girit peksimedi ve zeytin eşliğinde. Bu kadar çabuk bittiğine üzüleceğim aklıma gelir miydi hiç? Ama, “yeter!” dedim, “1 kadehte kalayım” 🙂
(Sonuç mu? Sınavdan geçtim. Ehliyeti aldım! 🙂
O gün bugündür ben raki ile iyi geçinmeye başladım. Duyduğum minnettarlıktan daha kolay mı içiyorum, bana mı öyle geliyor, bilemiyorum.
“İyi olacak hastanın doktor ayağına gelir” çünkü o hastanın iyileşme vakti gelmiştir.
Bazı zamanlar bir şeyin/birisinin hayatınıza girmesi için bilinmeyen bir güç tarafından programlanmış gibi uygun zamanın gelmesi beklenir. O kritik an gelmeden önce ne yapsanız yollarınız çakışmaz. Önünüzden geçse fark etmezsiniz. Çünkü size dönüp bakmaz bile, size dokunmaz, hayatınızda bir iz bırakmaz. Ama o an geldiği vakit de, nereye kaçsanız sizi bulur. Saklandığınız fare deliği olsa çıktığınızda burnunuzun dibinde biter. Ben buna çok kere tanık oldum ve artık ikna da oldum.
Hiç düşündünüz mü? Aslında hayatta her şey ondan en çok zevk alacağınız anı bekler, bir şeyin zamanından erken olmasına çabalamak duyguların yeterince olgunlaşmasına fırsat tanımadan boşa harcanan bir emektir. Erken edinilen bir bebek, aceleye gelen bir evlilik, pişmeden ocaktan alınan bir yemek, demlenmesine fırsat verilmeden sunulan yavan bir çaydan farksızdır. Tadını çıkarmak belli bir olgunluğu, doygunluğu gerektirir. Her şeyin bir zamanı vardır.
Kasım ayı da raki kazanlarının kaynadığı zamandır. Bağ bozumu yaz sonunda yapılır. Toplanan üzümler şarap olmak üzere sıkılır, şırası çıkarılır. Üzümün suyu şaraba dönüşürken, posası da boşa gitmez elbet, değerlendirilir. İşte şimdi zaman raki zamanıdır. Peynirin kalan suyundan lor yapılması gibi, üzümün de posasından yepyeni bir içki yaratılır. Sert, Türk rakısı/Yunan uzosu gibi anason kokmayan, siz farkına bile varmadan fena çarpan bir içkidir.
Raki’nin nasıl yapıldığına tanık olmak da bu sonbaharı, belki de benim raki içmekten zevk almaya başlamamı beklemiş. Benim daha yeni tanıştığım Yorgo’nun çocukluk arkadaşı Maria, geçenlerde bizi kendi raki kazanlarının kaynayacağı yere çağırınca, neredeyse sevinçten çığlık atacaktım! “Ben daha önce hiç görmedim” diyebildim yalnızca. Iraklio’dan yarım saat kadar mesafede bir köydeki raki imalathanesine girdiğimizde karşılaştığımız ilk manzara avluda sırasını bekleyen onlarca plastik varildi.
Bu dev plastik varillerin içinde, şırası çıkarılmış üzüm posaları var.
Üzüm posaları kazana boşaltılıyor.
Ezilmiş üzümlerin mayhoş, hafif baş döndüren kokusu yayılıyor etrafa.
Raki kazanı dedikleri; üzüm posalarının kazanın altındaki fırının ısısıyla belli bir derecede damıtılmasını sağlayan; 2 bakır kazandan oluşan bir düzenek.
Bizim gidip gördüğümüz kazanda yakıt olarak zeytin çekirdeklerinden elde edilen prina kullanılıyordu.
Tabi ki alev alev yanan fırın değerlendiriliyor ve bir tepside patatesler de sıcaktan nasibini alıyorlar.
Yaklaşık 1 saatlik bir süreç sonunda soldaki kazanın borusundan raki, nam-ı diğer Çikudya akmaya başlıyor.
Bu arada sofralar kuruluyor, raki kadehleri tokuşturuluyor. Yorgo dönüşte araba kullanacak diye pek fazla içmek istemiyor. Ben de 1 minik kadehcik raki, 1 kadeh de şarap içiyorum. Ama sanıyorum ki hiç hesaba katmadığımız bir şey daha etkiliyor bizi. Bütün öğleden sonra raki kazanıyla aynı kapalı ortamda olmak, o havayı bile teneffüs etmiş olmak hiç farkına varmadan bizi sarhoş değilse de bir hoş yapıyor. Bir şişe yeni mahsul raki nasibimizi alıp yola koyuluyoruz. Eve döndüğümüzde çocukları her zamanki gibi 8de yatırıyorum ve yorgunluktan anında uyuyorlar. Dariocuk o gün avluda bulup da binme şansını yakaladığı traktöre binmiş rüyalar alemine giderken Maya rakokazano ile ilgili daha ne resimler yapıyor uykusunda kim bilir.
Kafamızı kaldıracak halimiz kalmadığına ikna olup biz de erkenden yatıp uyuyoruz.
Banucum,
bunca sene Yunanistanda yaşamama rağmen, ben hiç uzonun tadına bakmadım desem, bana güler misin, şaşar mısın?
aslında… ben bu yaşıma kadar Türk rakısının da tadına bakmadım desem, ne düşünürsün? 🙂
İçip de deneyenler derler ki, “uzo Türk rakısına göre daha hafifmiş”.
İçmek için her türlü bahaneyi değerlendiriyorlar anlaşılan. Valla şahaneymiş. Ballı olanı çok merak ettim.
Beki raki ile uzo aynı mı? yoksa farklı mı?
İremcim,
ne zaman istersen… hayır, demem ben 🙂
Ilk planimiz, bir c.tesi aksami bir kafenioda raki icmek olsun.. Soyle guzel guzel oturup icelim, gulelim:)