İsrail’in korktuğu Türk kızını Araplara da beğendiremedik
2002 yazında, haftada 3-4 charter ve birkaç kruvazyerle gelip, kelimenin tam anlamıyla İsrailli turistlerin akınına uğradığımızda,
sokaklarda en çok duyulan ikinci dil İbranice olmuştu. Benim dil koleksiyoncusu kocacığımın oldum olası ender dillere olan merakı gitgide kabarmış. Gelen gruplara (İngilizce) rehberlik yapmaya başlamasıyla o dile kulak aşinalığı da kazanmıştı. Böylece öğrenme arzusu doruk noktasına ulaştığında bu dili öğrenmeye karar vermişti(k) – o zaman çocuğumuz yok, vaktimiz çok; ben de atlar nallanırken özenen kurbağa misali 🙂
Ben de gideyim, iyi güzel de… İsrail’in, Avrupa Birliğinin Hrıstiyan ülke mensuplarından vize istemezken, (Türkiye’yle olan sözde iyi ilişkilerine rağmen) Türklere “feci” bir vize uygulamakta olduğundan haberdar değildik.
Yunanistan’da oturuyoruz diye iyi niyetle Atina’daki İsrail konsolosluğuna başvurmuştuk. Onlar da bir an önce başlarından savabilmek için topu anında Türkiye konsolosluğuna atmışlardı. Böylece bizim “Yakar top” oyunu başlamıştı. “Madem Türk vatandaşıymışım. Türkiye’den başvurmalıymışım” !!
Türkiye’ye gittik. Belirsiz ve sayısız evraklar hazırlandıktan sonra bile, başvurumuzun hala kabul edilip edilmeyeceği şüpheliydi. O sıralar benim vizemi beklerken bir yandan da durmadan İsrail’den bomba haberleri gündeme düşüyordu. Ortam gergin. Israrla oraya gitmeye çalışanlara, “kesin bu işte bir iş var” gözüyle bakılıyordu. Hani 1 haftalığına turist olarak gitsen, belli bir acenteyle vizeni alsan, belki mesele olmayacaktı ama bana 1 haftalık değil en az 3 aylık vize lazımdı. Neden 3 aylık diye sorulunca, masum masum “dil öğrenmeye gidiyoruz” deyince de, “özrü kabahatinden de büyük” oluyordu!?! Öyle ya.. kim ister ki bu dili öğrenmeyi…
Olsa olsa casuslar… İslami örgüt taraftarları filan… Kolay mı?’!
Onlarınki “yıldırıncaya kadar elimden geleni yaparım” politikasından başkası değil. O dönemde Türkiye’den -dindaşları olmadıkça- kimseye kolay kolay vize vermediklerini anlamıştık. Araya tanıdıklar soktuk, olmadı; cemaatten insanlar; tık yok! En sonunda, Kudüs’te yanlarında kalacağımız arkadaşlarımızdan davet mektupları istedik; onların yanında kalacağımızı, kimlerle nerede kalacağımızın belli olduğunu söyledik. Yok! İşin komik yanı, hayır kardeşim vize alamadınız da denmiyordu. Beklemede… bırakıldık. Arkadaşlarımız Kudüs’teki yabancılar şubesindeki sorumlu memuru buldular, o kadının Türkiye’yle irtibata geçmesini sağladılar. Yine de vizeyi almamız için yaptırdıklarına herhalde dünya vize tarihinde az rastlanır. En sonunda Kudüs’teki arkadaşlarımızın banka hesaplarındaki yüklü bir paraya resmen bloke koydular; bana olan güvenlerinin kanıtı olarak. Kısacası bende bir b*kluk çıkacak olursa, çocuk da parasını kaybedecekti. Herhalde olabilecek en korkunç cezaydı, devletin de cebine para atması için bir fırsat!! Tabi uslu çocuk olmaya söz verdik ya sözümüzü de tuttuk 🙂
Değerli vizemizi alıp neredeyse donumuza kadar soyunup detektörden geçmemiz de yetmemiş gibi, İsrail’e vardıktan sonra bile sorgu sual devam etti. Ney mişiz, kim mişiz? Nereye, niçin, neden, kime gelmişiz? Dil öğrenmeye mi? HHımmmm… Daha giriş mühürü vurulmadan, evinde kalacağımız kişiler telefonla arandı, kendilerine de aynı sorular sorulup cevaplar eşleştirildi. Amanın iyi ki tam puan aldık ki salıverildik!
Benim hikayemde, vize alma süreci 2001in yazında başladı ve biz 2002nin Ocak’ında girebildik ülkeye. İsrail benim dinle ne kadar alakalı olup olmadığımı sorgulamadan, yalnızca nüfusumda İslam yazdıkları için, tüyleri diken diken olup da bana vize vermemek için 40 dereden su getirdi de ne oldu? Mescit-i Aksa’daki elin Arap’ı da beğenmedi, yeterince “Müslüman görünmeyen” pasaportumu!
Ne diyeceksin, adımız Ayşe,Fatma, Emine değil de Papatya, soyadı da Papadopoulos olursa; Yunanlı kocasını koluna, fotoğraf makinasını boynuna takıp da gelirse, “yok, turistler giremez” der tabi…
Oraya gidip meşhur Duvar’ı görmüşüz, bir de Mescid-i Aksa’yı görelim demiştik. Daha kapıya yaklaşırken 2 Filistinli asker silahlarına sarıldı, kapının önünde siper aldı. Telsizle bildirmeler, içerden gelen daha rütbeli daha da çatık kaşlı askerler, sorgu sual… N’oluyoruz, demeye kalmadan, işin ciddiyetini ve Yorgo’nun asla giremeyeceğini anladık. Eh, bari ben girip birkaç fotoğraf çekeyim, dedim.
-Ama ben Türkiye’denim… dedim, kendimden emin.
-Adın ne?
-Papatya (N’apayım yani Fatma, değil)
-…. (Yorum yok)
-Pasaportunu göreyim…
Pasaportlarımızda -o zaman fark ediyorum ki- din hanesi yok!!
Kimliğimi çıkarıyorum…
-Bakın işte, İslam yazıyor… (40 yılda 1 işe yarıyor din hanesi- yarıyor mu? dur daha..)
Pasaportum içeri gidiyor, bilinmeyen ellere..
İçerden daha da suratı kararmış bir adam çıkıyor ve beni hiç de hakkı olmayan bir mülakata tabi tutuyor.
-Sen, diyor Kur’an’ı okuyabiliyor musun?
(Yuh yani.. bir Kur’an getirtip okutmadığı kalıyor!? Hiç bu kadar aşağılandığımı hatırlamıyorum. Alt tarafı bir camiye girmeye çalışıyoruz)
-Hayır, diyorum. Biz okulda Arapça öğrenmiyoruz, Türkçe okuyoruz!!
Onu Yunanlı olduğu için sokmuyorsunuz ama ben Türküm, beni sokmak zorundasınız, diyorum…
Adam da bana
-Nerde senin pasaportunun hilali? diyor??!! (O anda donup kalıyorum!!?!)
Benim pasaportun üstünde, Türkiye-Yunanistan arasında gidip gelmekten, hilal filan kalmamış, ama bu onu ne ilgilendirir ki?…
Son olarak da
– Başın açık diyor, eşarbımı çıkarıp başımı da örtüyorum. (İnşallah, bu kadar çileye değer, diye düşündüğümü hatırlıyorum!)
En sonunda yanımda, silahlı, bir nöbetçiyle birlikte içeri girmeme izin veriyorlar. Adam sürekli ensemdeyken ne duygular içinde olabilirim ki…
Tabi ki hiç de olmasını arzu etmediğim bir ruh halinde, sinir içinde, sonunda girebilmiş olduğuma bile sevinemeden, içeri giriyorum.
Fotoğraf çekmeme bile izin vermediklerinden kısacık bir tur atıp, ensemdeki nöbetçiyle alelacele çıkıyorum. Arkama bile bakmadan…
Nedir bizden korkuları?? Hangisini hangi yanımız korkutuyor? Avrupalıya göre müslüman sayılıyoruz, İsrailliyi korkudan titretiyoruz da Arap mücahitlerine kendimizi bir türlü beğendiremiyoruz ama…
Biz nereye aidiz Allah aşkına?
Şimdi hilalli pasaportlarımıza Avrupai chipler de takıldı, tam olduk!
Gayrimüslimin Zulmü…
Biz daha ne kadar susmaya devam edeceğiz bilmiyorum?!…Söylenecek sözleri,ortak duygularımızı ifade edecek kelimeleri bulmakta zorlanıyorum 🙁
Siz İsrail için 6 ay beklemişsiniz ben yine Almanya’da okuyabilmek için 1 yıl 11 ay bekledim.Hiçbir sebep belirtilmeden pasaportumada 2 red mühürü almıştım.Ben artık çok yoruldum Papatya abla..Yorgunum.Ruhum yorgun bedenim yorgun cüzdanım yorgun..Yıldırmaya çalışıyorlar ya etkili oluyorlar.Ben sadece karsılarında dik duruyorum.
Çok sinir bozucuymuş hakikaten, iyi ki yazdın. Belki bir kamuoyu yaratılır, dikkatler tekrar çekilir falan…kim bilir