İnek bize süt verer

3 yaşındaki oğlum Dario, “Çiftlik Hayvanları” kitabına bakarken böyle mırıldanıyordu. Onu duyduğumda artık birşeyleri daha doğru anlatmanın zamanı geldiğini anlamıştım. Çocuklar herşeyi kendilerine nasıl sunulursa öyle kabulleniyorlar. Dünyayı onlardan daha iyi bildiğimiz için bize güveniyorlar ve onlara açtığımız pencereden bakıyorlar bu dünyaya.

“İnek bize süt verer, tavuk bize yumurta verer. Arılar da bal vereeeer…” diye devam ettiğinde yüreğimin olması gerektiği kadar ferah olmadığını hissettim. “Aslında onlar bize vermiyorlar, biz onlara sormadan alıyoruz” diye mırıldansam da; 3 yaş bunu derinlemesine anlaması için erkendi.

Artık 7,5 yaşında olan kızım Maya’ysa annesiyle babasının neyi yiyip neyi yemediğinin farkındaydı. İnsanın annesi vejetaryen babası vegan olunca belki de yaşından daha erken bu tarz farkındalığın içinde oluyor. Babasının artık giymek istemediği için deri ceketini vermesini bile kendi kendine vejetaryenlikle bağdaştırdı. Yine de böyle bir tercihi neden yaptığımız konusunda anlayabileceği dille biraz daha fazla bilgiye ihtiyacı vardı. Çocuklarla konuşurken “anlayabileceği dille” ayarını tutturmak çok kolay bir iş değil. Onları ne fazlasıyla ansiklopedik bilgi bombardımanına tutmak ne de ileride açığa çıkınca bizi zor duruma düşürecek yalan yanlış gerekçeler göstermek doğru olur.

Tabağındaki köfteyi iştahla yiyen bir çocuğa “tabağındaki hayvan leşini yemesen daha iyi olur” diyemezsiniz. Bizim damak zevkimiz uğruna hayvanların balık istifi gibi tıkıştırıldığı çiftliklerden, vicdanlara sığmayan mezbahalardan, emzirmesi nasip olmadan annesinden alınan buzağılardan, hormonlarla büyütülüp doğasının üstünde bir performansla durmadan yumurtlayan/yumurtlatılan tavuklardan, hele ki işe yaramayan erkek civcivlerden hiç söz edemezdim! İnsanın kendi inandığı doğruya çocuğunun da inanmasını sağlamak için; gözünü korkutmak, tehdit etmek ya da en kötüsü çocuk istese de hiçbir izah getirmeden tümden yasaklamak doğru olmadığı gibi çocuklara zorla uygulanan pekçok şeyde olduğu gibi geri tepecektir.

Babam bundan yiyemez

Kızım, birgün sofradaki peynirli birşeyi göstererek “babam bundan yiyemez” dediğinde o anda bir açıklamaya gerek duyduğumuzu anlamıştım. “Babanın bunu yememesi ona dokunacağından ya da sağlık sebebiyle yememesi gerektiğinden değil. Ben ve baban, biz yiyelim diye hayvanların ölmesine karşı olduğumuz için et yememeyi tercih ediyoruz. Babansa ineklerin sütünü aslında bize kendi istekleriyle vermediklerini; içmek için ya da peynir, yoğurt yapmak için insanların onlardan aldıklarını bildiğinden sütü ve sütten yapılan şeyleri de yemeyi tercih etmiyor ya da imkanı varken aynı şeyin soya sütünden yapılmışını tercih ediyor. Çünkü sütün yalnızca ineğin kendi yavrusu için olduğuna inanıyor. Bu yüzden peynirli şeyleri yemeyi kendi isteğiyle reddediyor. Yoksa yiyemez, yerse ona birşey olacağından değil.” Böyle bir izahtan sonra çocuk bir tabağındakine bir bana bakıp kendi yaptığının ne kadar doğru olduğunu düşünüp ikilemde kalabiliyor. O zaman da devreye girip diyorum:

“Biz de sizin gibi çocukken herşeyden yedik. Ama bize annemiz babamız böyle izah etmemişti. Büyüdüğümüzde araştırdık, okuduk, belgesellerde gördük. Bunun doğru olmadığına inandık. En azından hayatımızın bundan sonraki kısmında et yememeye karar verdik. Böylece biz ve bizim gibi yemeyenler oldukça daha çok hayvanın hayatta kalacağına inanıyoruz. Siz de istediğiniz sürece yiyeceksiniz. Kardeşin de sen de büyüdüğünüzde kendi kendinize karar vereceksiniz. Bizim gibi et yememeyi tercih ederseniz siz de bizim gibi beslenirsiniz. Biz zaten çok farklı şeyler yemiyoruz ki… bizim yediğimiz herşeyden siz de yiyebiliyorsunuz. Hem yaşadığımız yerde o kadar çok çeşitli sebze, meyve, bakliyat, kuru yemiş, çerez var ki bu konuda çok şanslıyız.”

Bütün çocuklar hayvanları sever. İlk karşılaşmada aralarında çok özel bir bağ kurulabilir. Böyle olunca çocukların hayvanlara acıması çok doğal bir beklenti. Fakat bu acıma hissini de sömürmemek gerekli. Çocukları bilinçlendireceğim diye kendi gözlerimizi açan belgeselleri oturtup seyrettirmek ancak insafsızlık olur. Ne çeşit travmalar yaratacağını tahmin etmek bile istemem. Önemli olan yeni nesillerin herşeyin farkında olarak yetişiyor olmaları. İleride büyüdüklerinde ister bir etsever ister bir otsever olsunlar. Ama ne olurlarsa olsunlar, dünyadaki aşırı et tüketiminin öncelikle insanın kendi sağlığına etkisinden, özellikle de dünyamızın, denizlerimizin, soluduğumuz havanın kirliliğine göz ardı edilemeyecek katkısından haberdar olsunlar. Ne tüketirlerse daha az tüketsinler. Dünyamızı kirletmesinler, doğayı sevsinler, korusunlar. Dünyadaki bütün türlerin yaşama hakkına saygı göstersinler. Bol bol belgesel seyretsinler. İnsanlar da dahil olmak üzere, dünyada yaşayan her türün birbiriyle denge içinde bir yaşam sürmek zorunda olduğunu anlasınlar. İnsanın zekası biraz daha fazla diye kendini hayvanlardan üstün görüp onlara zulm etmesinin doğru olmadığını anlasınlar. Doğadaki muazzam dengeye hepimizin muhtaç olduğunu kavrayabilsinler.

Bu konularda çocuklara seyrettirdiğimiz çocuk filmlerinin, doğa ve çevre belgesellerinin de çok önemi var elbette. Biz “NEŞELİ AYAKLAR (Happy Feet)” filmini seyrettiğimizde kızım Maya yalnızca 3 yaşındaydı. Filmin sonunda “Gördün mü bak, insanlar gereğinden fazla balık avlarlarsa bu kez penguenlere yiyecek balık kalmayacak, onlar açlıktan ölecek” diye açıklamayı fırsat bilmiştim. O yaşında ne kadarını anlayabildi bilemem ama böyle bir bilinçle yetiştikçe nasıl bir yaşamın çevreye daha iyi etki edebileceğini her geçen gün daha iyi kavrıyor. Şimdi 7,5 yaşında ve bir gün kendiliğinden “Anne, ne güzel olurdu di mi, hiç arabalar ve motorlar olmasaydı; herkes bisikletle dolaşsaydı” deyip beni şaşırttı.

Geçen gün iki kardeş oturmuş BEE MOVIE yi seyrediyorlardı. Minik Dario hala “arilar bize bal verer” diye sayıklarken bence kızım filmdeki ince detaylarda saklı mesajları kaydediyordu aklına. İnsanların arıları çalıştırıp bütün ballarını almalarının ne kadar adaletsiz olduğuna çok güzel parmak basan bir çocuk filmi. Sonuçta, arılar isyan edip bütün ballarını geri alıyorlar ama bu kez de bal yapmaları gerekmeyecek kadar çok balları oluyor. Arılar hiç polen toplamaya çıkmıyor; bu kez çiçekler döllenmiyor, çoğalmıyor, tarlalar kuruyor. İşte doğadaki dengenin alt üst olmasına ve aslında her türün birbirimize muhtaç olduğuna güzel bir örnek. Üstelik çocukların anlayacağı bir dille..

Unutmamalıyız ki çocuklar onlara vereceğiniz her bilgiyi almaya açıklar. Yeter ki yaşlarına uygun, duygularını incitmeyecek, onların bilgi dağarcığını zenginleştirecek ve doğadaki olayları belki de daha anlaşılır kılacak düzeyde olsun.

Yukarıda sözünü ettiğim, sofradaki konuşmamızın geçtiği aynı gün, dünyadaki ineklerin kakalarından çıkan (metan) gazların(ın) havayı en çok kirlettiğini sandığımız egzozlardan da daha çok kirlettiğini söylediğimde kızım kocaman gözlerini açıp bana bakakalmıştı. O anda o minik beyninden neler geçirdi bilemem. Hiçbirşey söylemedi, ben de daha fazla konuşmadım. Yeri ve zamanı geldiğinde ve ya o daha çok öğrenmek istediğinde ona tekrar gerektiği kadar açıklama yapmaya hazırdım nasılsa.

*  Bu hafta Vejetaryenler Haftası4.Ekim Dünya Hayvanları Koruma günü. Bu kadar çok sebep bir araya gelmişken, bu yazımı AlternatifAnne için yazdım.



4 thoughts on “İnek bize süt verer”

  • Gerçekten insanın kendini nasıl hissettiğiyle ilgili birşey Tijen.

    Özür dilemeye başlasak o kadar çok özür borçluyuz ki doğaya, ömrümüz yetmez herhalde. Elbette en ideal yaşam olabildiğince doğayla barıiık bir yaşam olurdu. İster köyde ister ormanda olalım, orasının yalnızca bize değil aynı ortamı yuva edinmiş pekçok canlıyla birlikte paylaştığımızı unutmadan davranabilseydi herkes, bu dünya da ne kirlilik olurdu ne de para hırsı uğruna bu kadar can feda edilirdi, yuvasız, aç kalırdı. Belki evimizdeki ahşap ağacın ne kadar yaşken kesildiğinden emin olamayız. Ama yine de elimizden gelen şeyler var. Çamaşır sularını, deterjanları çeşmeden akıyormuşcasına boşaltırken, bunların nereye akıp gittiğini bir durup düşünsek… daha az kullansak, hatta hiç kullanmasak da sirke, içme sodası, yeşil sabun gibi doğal temizleyiciler kullansak. Kullanılmış yağları lavabodan doğruca denize göndermek yerine biriktirip değerlendirsek.
    Çocuklarımız birgün bize sorduğunda da gerçekleri söyleyeceğiz elbette. En önemlisi de onlara da nasıl davranırlarsa doğayla barışık yaşayabileceklerini öğreteceğiz.

  • Merhabalar,

    Yazınızı ilgiyle okudum, sayenizde vejeteryanlığa bir vejeteryanın gözlüklerinden bakabildim.. Sanırım sizi biraz anlamaya başladım. Yazınızı henüz okurken aklıma türlü türlü sorular gelmeye başladı, mesela kullandığımız ahşap eşyalar, ağaçlara soruyor muyuz sizi kesebilir miyiz diye? Ya da eşyalara siz gerçekten kurumuş ağaçlardan mı yapıldınız diye? Ve belki tatillerde gittiğimiz keşfedilmemiş koylarda arabamızdan inip eşsiz manzarayı seyrederken oradaki kuşlardan havalarını arabamızın egzozuyla zehirlediğimiz için özür diliyor muyuz? denizlerdeki balıklara sizi evinizde biraz rahatsız edeceğiz ama burada yüzebilir miyiz diye soruyor muyuz? Peki yaşadığımız yerler, evlerimiz daha önce hangi hayvanların özgürce yaşadığı alanlardı da biz onlara sormadan kurulduk üstüne.. Temizlik yapıyoruz ve deterjanlarımız denizlere akıyor, balıklar ölüyor, çevre kirleniyor, biz katil mi oluyoruz bu durumda?Bilemiyorum… ya çocuklarım bir gün bunları da sorgularsa ben onlara ne cevap vereceğim? :o(

  • Ben de tam vejetaryen sayılmam ki Papatya. Yani hiç et yemediğim, hiç süt ürünleri tüketmediğim dönemler de oldu ama zaman zaman balık yiyorum. Yani sonuçta bir canlı o da ve içim huzursuz oluyor. Hele de o çırpınışlarını gördüğümde hata ediyorum diye düşünüyorum. Hiç yemesem eksikliğini de hissetmem. Şimdilerde ise program nedeniyle bazen etli bir şeyler tatmak zorunda kalıyorum. Kendimi çok kötü hissetsem yapmam ama o kadar kötü gelmiyor bir lokma et tatmak. Ne değişti bilmiyorum, 3-4 sene önce et tatmak zorunda kaldığımda midem çok rahatsız olmuştu. Belki de beyinde bitiyor her şey.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir