Çocuklarımız büyüyor ve biz nelerle vakit öldürüyoruz
“…çocuğunu parka, havuza, partiye, bisiklet sürmeye, paten kaymaya götüren anne-baba, gerçekten “baksın”, “görsün” çocuğunu. Bir çocuğu olacak kadar şanslıysa, çocuğu parka, havuza gidebilecek, bisiklet/paten sürebilecek kadar sağlıklıysa, o anne-babanın yeterince şükredecek sebebi vardır zaten. Bu şansına şükretsin ve her anının tadını çıkartsın…”
Söylemek istediklerimin özeti bu aslında.
Çocuklarımız, gözlerimizin önünde büyüyüp gidiyor ve biz, çağdaş olmanın gereği ve/veya sonucu olarak, nelerle vaktimizi öldürüp, çocuklarımızın hayatlarındaki, bir daha asla tanık olamayacağımız eşsiz anları kaçırdığımızı fark etmiyoruz bile.
≈ Cep telefonları, internet vb. çağın “gerekleri” bizden neler “çalıp götürüyor” acaba?
≈ Sosyal medyayı kullanmak iyi güzel de bu sanal ortamlardaki ilişkiler, paylaşımlar ne kadar içten, ne kadar gerçekçi aslında? Bu konudaki yazımı, bugün Blogcu Anne yayınladı.
Size tavsiyem…
Haydi, kısa bir süre için de olsa, kapatın telefonunuzu, internetinizi; hatta beni okumayı da bırakın…
Kaldırın kafanızı da, etrafınıza, dünyaya bir bakın!
≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈≈
“Zaman ne kadar hızlı geçiyor. Geçen gün kızımı farklı bir doktora götürdüğümde; ilk ziyaretimiz olduğu için bazı sorular sordu: Ne zaman yürüdü? Ne zaman konuştu, ilk cümlelerini kurdu? gibi…
…düşündüm de, şimdi ne kadar uzun zaman önceymiş gibi geliyor. Neredeyse 11 yıl olacak.
Çocuklar gözlerimizin önünde büyüyor ve biz bunun farkına varmakta gecikiyoruz. Ta ki onlar artık kucağımızda oturmayacak, bizimle alışverişe çıkmak istemeyecek, ne giydiğine ne yiyeceğine karışılmasından hiç mi hiç hoşlanmayacak kadar büyüdüklerinde, hayatlarının bizimle paylaşacakları diliminin sonuna geldiğimizi anlayacağız. O zaman yalvarsak da kalmayacaklar yanımızda. Bambaşka bir dünyaları olacak, kendilerine ait. Olsun da zaten..
Ve tüm bunlar olup biterken ve biz farkında olmadan, neler kaçırıyoruz neler? Nasıl mı kaçırıyoruz? Olmayacak şeylere gereğinden fazla vaktimizi harcayarak. Bunun başında cep telefonları geliyor ve internet tabi ki. En sömürücü haliyle de, her fırsatta cep telefonundan girilen internet kaçamakları. Artık otobüste, durakta, plajda, doktorun bekleme salonunda, market kuyruğunda, hatta parklarda, hiç etrafına bakınan, düşünüp taşınan, yanındakiyle sohbet eden insan yok! Herkesin elinde bir cep telefonu, bakışlar o minicik ekrana kilitlenmiş. Herkes “çok meşgul”! İşin iç yüzü aslında herkes çok yalnız, herkes asosyal olup çıkmış. İtiraf etmeliyim ki en takdire layık olanları da jimnastik salonunda koşu bandında bile mesajlaşabilenler! Nasıl bir yetenektir bu! Ben bir kere acil telefon beklediğim için, gelen mesajı okumaya kalktım koşu bandından kayıp düşüyordum. Bu insanlar herhalde ellerinde cep telefonuyla yaşıyorlar, uyuyorlar, belki de öyle sevişiyorlar.
Şu sosyal medya yok mu? Ne kadar faydalıysa bir o kadar da zaman törpüsü. Ömrümüzden alıp gidiyor dakikaları, saatleri… Başka şekilde olsa asla bizi ilgilendirmeyen konularla ilgileniyor olarak buluyoruz kendimizi, en çok buna şaşıyorum. Üstelik her şey o kadar hızlı akıp geçiyor ki sosyal medya ortamlarında… yazılan düşünceler, yapılan yorumlar, sanki suyun üstünde yazılı. Bu boşa kürek çekmek gibi bir şey. Yanımıza çok çok az şey kâr kalıyor, uzun lafın kısası. Öte yandan, zaman yalnız sanal olarak değil, gerçek anlamda da geçip gidiyor. Çocuklarımız büyüyorlar. Bugünlerini asla bir kez daha yaşama şansımız yok, yaptıkları “ilk”lere bir daha tanık olmak mümkün değil. İlk adım, ilk kelime, ilk çorba, ilk kaza, ilk arkadaş, ilk okul derken bir de bakıyoruz elimizden uçup gitmiş minik kuşlarımız.
Çocuğu parkta oynarken ona bakmak yerine cebinde oyun oynayan, yan yana oturduğu (!?) arkadaşlarıyla mesajlaşan ya da can sıkıntısından face’e girip kim ne yapmış, nereye gitmiş, kimle gitmiş takibinde olan anne-baba sayısı ne kadar çoğaldı, siz de fark ettiniz mi? Eminim içlerinden bazıları, arkada salıncakta sallanan çocuğuyla selfie çektirip, “çocuğumu, bilmemkimle birlikte bilmemnere parkına götürdüm” diyerek caka atıyor ama kafasını çevirip çocuğuna bakmıyordur bile. Çünkü onu bu selfie’sine kaç tane LIKE alacağı daha çok ilgilendiriyor çocuğunun o sırada ilk kez kendi kendine sallanmayı başarmasından.
Nasılsa herşey sanal, herşey hayali bu ortamda. Arkadaş sayın 1000e varsa ne olur, canın sıkılınca “geliyorum” diyerek çat kapı gidebileceğin 1 tanesi bile yoksa eğer?!… Sonra yalan söylemek de kolay, yüzyüze olsa asla yapamayacağı yorumları yazıp postalamak da… Gerçekten, yap(a)madığına tek ayak üstünde “yapıyorum” diye yazmak öyle kolay ki… üstüne üstlük o yap(a)madığın şey için çok geçmeden LIKEları saymak da mümkün. Nasılsa çoğu anlamadan, okumadan basıyor LIKE’a. “Bilmem kim ölmüş! Başımız sağ olsun…” LIKE! Adam ölmüş, diyosun, seviniyorlar… tuhaf çok tuhaf bu sanal ortam… içtenliksiz.
Yanlış anlaşılmasın; bunları yapmak yerine parkta oynayan çocuğuna “bakmak” derken, gidip onu düşmesin diye kollamak, sürekli gözü üstünde olmak değil kastettiğim. Hatta tam tersi, parkta bile annesini dizinin dibinde isteyen çocuk, özgürce oynayabilen çocuk değildir. Siz telefonunuzla meşgulken “aman, çocuğunuz düşebilir, mazallah” demeye de çalışmıyorum. Çocuktur. Tabi ki düşecek. Ceple oynasanız da oynamasanız da.
Söylemeye çalıştığım, çocuğunu parka, havuza, partiye, bisiklet sürmeye, paten kaymaya götüren anne-baba, gerçekten “baksın”, “görsün” çocuğunu. Bir çocuğu olacak kadar şanslıysa, çocuğu parka, havuza gidebilecek, bisiklet/paten sürebilecek kadar sağlıklıysa, o anne-babanın yeterince şükredecek sebebi vardır zaten. Bu şansına şükretsin ve her anının tadını çıkartsın…
İşte şimdi, şu an, her ne yapıyorsa çocuk, onun farkına varsın, takdir etsin ve tüm bunları yapabiliyorken tadını çıkarsın. Bunun herkese nasip olmayacak bir mutluluk olduğunu da bilsin kıymetini de…
Siz, bilmem kimin selfie’si kaç Like aldı diye meraklanırken, çocuğunuz “Anne, bak! Kaydırağa çıkabildim!” veya “Anne, salıncaktan tek başıma indim!” diye sizden destek, takdir, en azından bir “aferin” bekliyor olabilir.
Kafanızı kaldırıp bakın ve bir gülücükle “Aferin”i çok görmeyin çocuklarınıza…”
Bu yalnızca bir kısır döngü değil, işin kötüsü gitgide alışılan bir rutine dönüşüyor. Biz çok küçükken evimizde telefonumuz bile yoktu. Dolayısıyla bizim hafızalarımızda annemizin, babamızın kulağına telefon yapışık şekilde, saatlerce konuşur haldeki görüntüleri kazınmadı hiç Ama şimdiki çocuklar, bebek denecek yaşta, gördükleri cep telefonuna o kadar aşinalar ki ellerine alır almaz ya kulaklarına götürüyorlar ya da dokunmatik ekrandan açıp bir şeyler yapmaya kalkıyorlar. Hani, biraz daha büyükse çocuk, anında internete girip mesajlaşması, oyun oynaması işten bile değil.
Çocuklara bu “doğal” imajı biz veriyoruz aslında. Herşeyi doğdukları çağda gördükleri gibi biliyorlar. Bir grupta yazışıyorduk, bu yazım hakkında. Şöyle dedim:
“Biz eskiden normal, bildik mektuplar yazardık sayfalar dolusu. Şimdi sevgililerin bile birbirlerine aşk emailleri gönderdikleri bir çağdayız. Ama bir email ne kadar “özel” olabilir, sevdiğinin eliyle yazılmış harfleri olmadıktan sonra??
Ama yeni nesil oturup aşk mektubu yazacak mı hiç?
Bazı şeyler, ister istemez yok olup gidiyor ama elimizden geldiğince, anne-baba-çocuk ya da arkadaşlar, kısaca insanlar arası iletişimi yok etmemeye çalışmalıyız.
2 sevgilinin yanyana oturup mesajlaşmasına “randevu” mu denir?
Evet gerçekten bu kısır döngüyü kırmak gerekir.Hayat saatlerce internette kalınmayacak kadar kısa..!!